5 Eylül 2007 Çarşamba

Avrupa'daki Türkiye

Aksiyon Dergisi Zafer Özcan - z.ozcan@aksiyon.com.tr - Sayı: 523 - 13.12.2004

Avrupa'daki Türkiye

Almanya’nın Berlin kentinden objektifimize yansıyan bu görüntü, Avrupa’daki Türkler ile Avrupalılar arasındaki temel çelişkiyi özetler nitelikte! Öndeki Alman vatandaşları, gittikçe yaşlanan Avrupa’da en sık rastladığımız görüntülerden. Arkadaki genç Türk anne ve iki çocuğu da yaşlı kıtanın tanıdık siluetlerinden. Göçmen Türkler artık AB için en gözde ‘nüfus sermayesi.’

“Halen, nereye ait olduğumu kafamda netleştiremedim.” Bu sözler, Fransa’da yaşayan bir Türk’e, Ayşe Atlı’ya ait. Fransa’nın Strasbourg kentinde yaşıyor. Moda tasarımcısı ve kendine ait bir butiği var. Yurtdışında doğmuş, ancak orta öğrenimini Türkiye’de yapmış. Gurbetteki hayata bir türlü uyum sağlayamadığını söylüyor Ayşe Atlı, Fransa’da doğup büyümesine rağmen…

Yukarıdaki sözler, Avrupa’da yaşayan milyonlarca Euro-Türk’ün yaşadığı kimlik problemini, kendi ülkelerindeki geleneksel değerlerle modern dünya arasında kalmış insanların karşı karşıya kaldığı ikilemi gözler önüne seriyor aslında… Elbette, hem dindar hem de modern olmayı isteyen; bunu isterken de asimile olmadan, yaşadıkları coğrafyanın bir parçası hâline gelmeyi arzu edenlerin yüz yüze kaldığı bir gerçeği de…

Avrupa’daki Türkler gerçeği

Bugün Euro-Türkler olarak anılan insanların yaşadıkları şüphesiz sadece kimlik problemi ile sınırlı değil… İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’ya “işçi” olarak “göç” eden birinci nesille, onların torunları arasında bir “kuşak” çatışması da söz konusu. Birinci kuşak, gurbeti vatan kabul edemeyen bir nesli temsil ediyor. Halbuki, onların torunları için vatan artık yaşadıkları “gurbet” topraklarından başkası değil… Birinciler, asla ana dillerini ve kültürel değerlerini terk etmez iken, üçüncü kuşak ne doğru dürüst ana dilini konuşabiliyor ne de dedelerinin yaşatmaya çalıştığı dini, kültürü ve geleneği tanıyor. Bir de buna ithal damat ve gelinlerin “aileye, çevreye, topluma uyum” konusunda yaşadığı sıkıntılardan kaynaklanan problemleri, Türk çocuklarına verilen eğitimin yetersizliği gibi sorunları da eklemek gerekiyor.

Sayıları 4 milyonu bulan Türkler, ne Avrupa'nın ne de Türkiye'nin ihmal edeceği bir kitle artık. Çünkü, 1960'larda başlayan göç olgusu bugün sosyal bir vak’aya dönüşmüş.

Nitekim, AB kapısı önünde bekleyen yeni “Türk” dalgası öncesinde Avrupa'daki gurbetçiler entegrasyonu tartışıyor, yaşadıkları ülkelerin siyasî haklarından istifade etmeye çalışıyor, ekonomi alanında büyük yatırımlara imza atıyor, gelecek nesillerin eğitimi ile daha fazla meşgul oluyorlar.

Avrupa Birliği sürecinden istifade etmeye çalışan, gelecek nesillerin eğitimi ile meşgul olan bambaşka bir kitle var karşımızda...

Türklerin Avrupa macerası, 30 Ekim 1961’de Almanya ile Türkiye arasında imzalanan “işçi alımı anlaşması” ile başlar. Binlerce Türk, gurbetin yolunu tutar. 12 yıl sonra sadece Almanya’dakilerin sayısı 900 bine ulaşır. Başlangıçta para biriktirip en kısa sürede dönme niyeti ile yola çıkanlar, dönüşün hiç de kolay olmadığını kısa zamanda fark eder. İşçi alımı durduktan sonra 1970’ler, işçilerin ailelerini “istek” yöntemi ile yanlarına almaya başladığı yıllar olur. Birinci kuşak sürekli, “kalma” ve “dönme” ikilemini yaşar kendi içinde… Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin (TAM) araştırması, göçün farklı bir nitelik kazandığını gösteriyor. Sadece erkeklerle başlayan göç dalgası artık kadınları da içine almış. TAM’ın 2003 verilerine göre, Almanya’daki Türklerin yüzde 54’ü erkek, yüzde 46’sı ise kadınlardan oluşuyor.

Onların gurbet hikayesi şokla başladı

Berlin’de yayın yapan özel Türk televizyonu TD1’in sahibi Dursun Yiğit, kırsal kesimden gelip modern şehirlerde yaşamaya başlayan işçilerin karşı karşıya kaldığı çelişkiyi “İlk gelenler, Türkiye’de büyük şehir görmeden Berlin’i gördü. Onların gurbet hikâyesi bir şokla başladı.” sözleriyle anlatıyor. Doğal olarak bu şokun ilk etkisi “korunma” içgüdüsü olur. Kendilerini “yaban ellerde” savunmasız hisseden gurbetçiler, hemşehrileri ile birlikte aynı şehirde yaşamaya başlar. Bir süre sonra da sadece Türklerin ikamet ettiği “Türk mahalleleri” çıkar ortaya… Bakkalı, kahvehanesi, kasabı, balkonlarındaki çanak antenleri ile tipik bir Anadolu kasabasına döner Berlin’deki Kreuzberg, Brüksel’deki Skarbeg, Paris’teki Strasbourg Saint Denis, Amsterdam’daki Bosenlommer, Köln’deki Keupstrasse, Gent’teki Sleepstraat, Duisburg’daki Maxloh bölgeleri…

Türk göçmenlerin entegrasyonu üzerine çalışan Dilek Kolat, 34 yıldır Almanya’da yaşıyor. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Berlin Eyalet Milletvekili. Ona göre, Türklerin birlikte yaşaması gayet doğal. Zira, insanımız birbiriyle her konuda dayanışma içinde… Aralarındaki sosyal bağlar çok kuvvetli. İşi çıktığında çocuğunu komşusuna bırakabiliyor insanlar. Bir yönüyle ‘gettolaşma’ diye eleştirilen birlikte yaşama kültürü, her ne kadar uyum konusunda ciddi mesafe alınmasını engellese de daha büyük sosyal problemleri de önleyebiliyor.

Fakat, toplu yaşamanın eğitim konusunda bir dezavantaj olduğu çok açık. Alman eğitim sistemine göre aileler çocuklarını sadece yaşadıkları semtlerdeki okullara gönderebiliyor. Dolayısıyla, Türklerin yoğun olduğu Kreuzberg gibi bir bölgede Alman öğrenciler okulda “azınlık” olabiliyor. Türk öğrenciler Almanca konuşacağı yerde, Almanlar Türkçe öğrenmeye başlıyor! Çocuklarını korumak isteyen Alman aileler, hatta mali durumu iyi Türkler başka mahalleye taşınınca, sosyo-kültürel düzeyi düşük, eğitimini tamamlayamamış genç bir kitle kalıyor geride… Bir de gece gündüz çalışan aileler ve onların ihmali sonucu suça karışan genç Türkler…

11 ay köle, bir ay kral!

TAM bünyesinde başlatılan ve kurum uzmanlarından Turan Küçük’ün bizzat ilgilendiği Türk İşletmelerinde Meslek Eğitimi Projesi, eğitim alamamış gençleri sokaktan kurtarıp bir meslek sahibi yapmayı hedefliyor. Üç yıl sürecek proje kapsamında 500 gence meslek eğitimi verilecek. Projeye katılım konusunda hem gençlerin hem de işletme sahiplerinin ikna edilmesi gerekiyor. Zira, meslek eğitimi verilen gençler bazen, çalıştıkları işyerini soyabiliyor.

Duisburg’da Şafak marketin sahibi Şafak Celil, projeye katılanlardan. Markette üç genci çalıştırıyor. Ancak, meslek eğitimi alanlardan ikisi kendi çocuğu. İşlerin yoğunluğundan çocuklarını kendi yanında çalıştırmayı akıl edemediğini söyleyen Şafak Celil, projeyi çok faydalı bulduğunu söylüyor. Trabzonlu gurbetçinin yaşadığı deneyim aslında bir yönüyle güzel; ama Türklerin içinde bulunduğu durumu göstermesi bakımından ise hayli vahim.

Gurbetçilerin, çocuklarını ihmal edecek kadar çok çalışmasının sebebi ne olabilir? Cevap, “para hırsı” şeklinde oluyor genelde. Türkiye’de “yokluk” içinde olan insanların ciddi paralar kazanma isteği, konuştuğumuz gurbetçiler tarafından “Buradaki işçiler, bir ay kral gibi yaşayabilmek için 11 ay köle gibi çalışıyor.” şeklinde yorumlanıyor. Özellikle iyi eğitim almış “ikinci nesil” Türklere göre, gurbetçiler büyük umutlarla bırakıp gittikleri memleketlerine tatil için döndüklerinde akrabalarına ve tanıdıklarına mahcup düşmek istemiyor. Ne kadar çok kazandıklarını ve gurbette tutunabildiklerini göstermeleri gerekiyor. Ancak, bu psikolojinin bedeli hayli ağır: Alman hapishanelerinde yatan 25 bin Türk, diplomasız çocuklar, çetelerin ve uyuşturucunun ağına düşmüş gençler…

Mahkum gençlerin moral hocası

Gürbüz Yalçın, Hollanda’nın Haarlem şehrindeki Koepel Hapishanesi’nde din görevlisi. 11 yıldır çeşitli hapishanelerde sözleşmeli olarak çalışıyor. Kendisi, kader mahkumu Türk gençleri ile sürekli beraber. Hollanda dilini, Türkçe kadar iyi konuşabildiği için tercih ediliyor. 1990 yılında bir işçi ailesinin çocuğu olarak 25 yaşında bu ülkeye gelen ve üç yıl diyanet vakfında çalışan Gürbüz Yalçın, “Bizim asıl işimiz moral hocalığı.” diyor. Türk gençleri için hapiste geçen günlerin katlanılması zor bir imtihan olduğunu anlatıyor. İçeri düşen gencin utandığından ailesine haber vermediğini, birçok ebeveynin çocuğunun hapiste olduğunu bile bilmediğini söyleyen Yalçın, aile ile mahkumun arasını bulma işinin kendisine düştüğünü belirtiyor.

Çocuklarını sokağa kaptıran aileler

Necmettin Çelik’in asıl mesleği sosyal pedagoji. Ama, yönetmenlik ve yazarlık yapıyor. Kendini gurbetçi çocukların uyum sorunlarını çözmeye adamış. Alman eğitmenlerin Türk gençlerini anlayamadığı için onlara yeteri kadar yardımcı olamadığı görüşünde. Almanlar da aynı fikri paylaşıyor olmalı ki nam-ı diğer Neco’yu Alman eğitmenlerle Türk gençleri arasında köprü olması için seçmişler. Kendisine kurs verip formasyon kazandırmışlar. “Gençlere özgüven kazandırmaya çalışıyoruz.” diyen Necmettin Çelik, çoğu Türk gencinin aileden gelen problemler yaşadığını söylüyor: “Beş altı çocuğu olan aileler, genelde çocukların iki veya üç tanesini sokağa veriyor. Sokakta kalanlar da gangster veya çete mensubu olarak kariyer yapıyor. Sonra da kendilerini sokakta ispat etmeye çalışıyor.”

Alman İstatistik Dairesi’ne göre, bu ülkede yaşayan Türklerin yaklaşık yüzde 30’u öğrenci. 2002-2003 öğretim yılında 418 bin 118 Türk öğrenci ilk, orta ve lise düzeyinde, 78 bin 51’i de meslek eğitimi okullarında öğrenim görüyor. 33 bin 171 öğrenci ise bir işyerinde meslek eğitimi alıyor. TAM Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, bu rakamlara 24 bin üniversite öğrencisini de ekliyor. Böylece resmî rakamlarla açıklanan 1 milyon 912 bin Türk vatandaşının 553 bininin öğrenci olduğu ortaya çıkıyor. Şen, Alman vatandaşlığına geçenler de sayıldığında Alman üniversitelerinde okuyan Türk kökenli öğrenci sayısının 35 bini aştığını söylüyor. Şen’e göre, eğitim seviyesindeki bu hareketlenme Almanya’daki “misafir işçi” imajının tarihe karıştığını gösteriyor.

Zaman içinde tarihe karışan bir başka gerçek ise “dönüş” olgusunun yerini “kalıcı” olmaya bırakması… “1973’te Berlin’e gelirken babam bana, ‘200 bin lira biriktir ve dön geri’ demişti. Ama dönemedik. Bana göre birinci neslin geri dönmesi mümkün değil.” sözleriyle özetliyor aslında İsmail Gökmen, gurbetçilerin geldiği son noktayı. Peki, kesin dönüşü engelleyen sebepler neler? Bunları birkaç başlık altında toplamak mümkün.

Türkiye’de bize böyle bakamazlar!

Her şeyden önce ilk gurbetçiler, bugünün yaşlıları. Üstelik ağır işlerde çalıştıklarından birçoğu hasta. Avrupa’daki sosyal güvencelerden ve sağlık imkanlarından yararlanıyorlar. Uzun yıllar yurtdışında yaşadıklarından Türkiye’deki sosyal çevreden uzaklaşmış durumdalar. Anavatanlarında yabancılık çekme ihtimali gözlerini korkutuyor. Üstelik, Almanya’da doğan çocuklarının Türkiye’deki eğitim sistemine ve sosyal hayata uyum sağlamaları çok zor. Bir de bunlara dönenlerin yaşadığı kötü tecrübeler ve birikimlerini eriten ekonomik krizler eklenince, dönüş yolu tercih olmaktan çıkıyor onlar için.

Uydudan Türk televizyonlarını seyretmek, akrabalarıyla telefon vasıtasıyla görüşmek; dernekleri, spor kulüpleri ve camileriyle sosyal hayatı burada yaşamak “teselli olarak” onlara yetiyor şimdilik. Sivil toplum kuruluşu şeklinde çalışan cami dernekleri, Türk toplumu için bir buluşma mekanı aynı zamanda. Örneğin, 2 bin kişi kapasiteli Duisburg Merkez Camii çok fonksiyonlu bir mekan olarak tasarlanmış. Cami derneğinde görevli Elif Saat, “Mekanı sadece bir ibadethane değil bir buluşma merkezi olarak planladık. Proje için AB’den fon desteği aldık. Çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakmak açısından camimiz çok fonksiyonlu olacak.” diyor. Bugün sadece Almanya’da 2 bin 400 cami derneği ve minareli 80 cami faaliyette. TAM’ın verilerine göre, Türklerin yüzde 93’ü Müslüman. Bunların yüzde 88’i kendisini Sünni, yüzde 11’i Alevi olarak tanımlıyor.

Emekli Türklerin neden vatanlarına dönmek istemediği sorusuna en iyi cevap, belki de 96 kişinin yaşadığı Duisburg’daki Yaşlılar Evi. Yaşları 52-70 arasında değişen 11 Türk burada barınıyor. Bir kısmı Alzeihmer hastalığından mustarip. Sürekli unutuyor ve kendi ihtiyaçlarını göremeyecek durumda. Çoğunluğu ise çocukları ile problemli. İçinde mescidi, hatta alaturka tuvaleti olan huzurevinde bedava kalan Türkler hâllerinden memnun. “Türkiye’yi özlemiyor musunuz?” dediğimizde, hepsi söz birliği etmişçesine, “Evladım Türkiye’de bize kim böyle bakacak? Burada her ihtiyacımız karşılanıyor.” diyorlar.

Müslüman mezarlığı için arazi talebi

Gurbette kalma fikrinin ağır basmaya başladığının bir göstergesi de son yıllarda artan “Müslüman mezarlığı” talepleri. Yıllarca cenazelerini Türkiye’ye gönderen gurbetçiler, şimdi ölülerini gömmek için yöneticilerden mezar yeri istiyor. Birinci kuşak cenazeleri halen Türkiye’ye gönderilse de Avrupa’da doğmuş ve küçük yaşta vefat etmiş gurbetçi çocuklar, anne babalarının çalıştığı ülkelerde toprağa veriliyor. Berlin’deki Şehitlik Camii’nin bahçesindeki mezarlık gurbette vefat edenlere ev sahipliği yapıyor.

Kalıcılığı gösteren ikinci önemli işaret gurbetçilerin mülk edinmeye başlaması. Yıllarca Türkiye’de gayr-i menkule yatırım yapan, gurbette ise kenar semtlerde kiralık evlerde oturan, ailesini getiremediği için bekar odalarında kalanlar şimdi yaşadıkları şehirlerde ev satın alıyor. 2003 verilerine göre AB ülkelerinde ev sahibi olan Türklerin sayısı 180 bine ulaşmış. Bu demektir ki, AB ülkelerinde yaşayan her beş Türk ailesinden biri kendi evinde oturuyor.

Son dönemde, yaşadıkları ülkenin vatandaşı olma eğilimi de kalıcılığın bir diğer göstergesi. Çifte vatandaşlık hakkı tanımayan Almanya’da bile 730 bin Türk Alman pasaportuna sahip. Kuşkusuz bu sayının artması, Türklerin Alman siyasetinde belirleyici bir konuma gelmesi demek. Eylül 2002’de yapılan son genel seçimlerde Başbakan Gerhard Schröder’in, seçimi Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi adayı Edmund Stoiber’in kıl payı önünde tamamlaması Türk oylarına bağlanıyor. Ancak, Türklerin henüz sahip oldukları bu gücün farkında olduğu pek söylenemez. Kuzey Ren Westfalya Eyaleti’nin önemli şehirlerinden Essen’de belediye başkanının belirleneceği Ekim 2004 yerel seçimleri sırasında “oy veren Türk vatandaşı” bulamamamız bu konuda alınacak epey mesafe olduğunu gösteriyor.

Türkler oy verme konusunda isteksiz olsa da siyasete atılanlar da yok değil. SPD’den Berlin Eyalet milletvekili Ülker Ratzwilli bunlardan biri. İsmail Gökmen’in kızı olan Ülker Hanım, “Gelirken yanımda sadece sazım vardı.” diyor. İsmail Gökmen, SPD’de etkili çalışmalar yapmasına rağmen milletvekili olmayı düşünmemiş. Ancak kızını bu konuda desteklemesini ise “Ben birinci nesilim. Kuruyum, eğilirsem kırılırım. Ama Ülker gibi her iki toplumu da iyi tanıyan ikinci neslin şansı politikada daha fazla.” sözleriyle açıklıyor.

Siyasi alanda boy gösterenlerden biri de Emin Kır. Yerel veya ulusal parlamentoya ve Avrupa Parlamentosu’na seçilen Türk kökenlilerden sonra Emir Kır bir ilki gerçekleştirdi ve Belçika’da kabineye girmeyi başardı. Temmuz ayından bu yana Brüksel eyaletinde temizlik, sosyal işler ve aileden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapıyor. Son yıllarda Euro-Türklerin Avrupa siyasetindeki ağırlıkları da artıyor. Cem Özdemir ve Vural Öger Almanya’dan, Emine Bozkurt Hollanda’dan Avrupa Parlamentosu’na seçildi. Ayrıca, Lale Akgün ve Ekin Deligöz Alman Meclisi’nde; Özcan Mutlu, Ülker Ratzwilli ve Dilek Kolat Berlin Eyalet Parlamentosu’nda; Nihat Eski, Nebahat Albayrak, Fadime Örgü, Coşkun Çörüz ve Fatma Koşer Kaya Hollanda Meclisi’nde; Cemal Çavdarlı ve Fatma Pehlivan Belçika Senato ve Parlamentosu’nda görev yapıyor.

Brüksel’de siyasal bilgiler okuyan Emin Kır’a göre, bir Türk genci kendi dilini ve kültürünü ne kadar iyi öğrenirse, yaşadığı ülkenin dil ve kültürüne de o kadar kolay uyum sağlayabilir. “Avrupa’da yaşayan Türk çocukları, Türklüğünü sadece futbol maçlarında buluyor. Kimlik meselesini içi boş bir konsept olarak yaşıyor. Bu da uyumu zorlaştırıyor.” diyen Emin Kır, çok kimlikli olmanın sorun çıkarmadığını, asıl problemin bir kimliği ısrarla reddetmek olduğunu söylüyor.

Tezini de “Belçika Dürümü” ile izah ediyor. Anlattığına göre Belçika Dürümü’nün etini burada yaşayan Lübnanlılar hazırlıyor. Salatası Türk usûlü yapılıyor. Sosu ve patatesleri ise Belçika’ya özgü. Dürümü hazırlayıp satanlar ise Türkler. Belçika dürümündeki bu sentezi kimlikler için öneren Emir Kır, “Sentezli kimliklerden korkmayın.” diyor.

Türkler: En hızlı girişimciler

Avrupalı Türklerin başarılı olduğu alanlardan biri de iş dünyası. Önceleri “işçi” konumunda olan Türklerin bir kısmı şimdi “işveren” durumunda. Girişimci yönleriyle öne çıkanlardan bazıları tutunamayıp iflas da edebiliyor. Almanya’nın pastırma kralı sayılan ve 40 yıldır bu ülkede yaşayan Hilmi Selçuk, iş dünyasına Hamburg sokaklarında seyyar satıcılık yaparak girmiş. Birkaç kez iflas etmesine rağmen içindeki girişimci ruhla ayakta kalmayı başarmış. Bugün, Frankfurt’taki üretim tesislerinde yılda 200 ton pastırma üretiyor. Geçen yıl Almanya’da yapılan ve altı ülkeden 478 gıda üreticisinin katıldığı bir değerlendirmede altın madalya kazanması da yaptığı üretimin kalitesini ortaya koyuyor.

Remzi Kaplan ise Avrupa’nın döner kralı. Özellikle Doğu Almanlara Türk dönerini ilk tattıran girişimci olan Kaplan, bugün sadece Almanya değil, Hollanda’da da döner üretiyor. Avrupa Türk Dönerciler Birliği’nin başkanlığını yapıyor. Almanya genelinde günlük 30 ton döner tüketiliyor. Sadece Berlin’de Türklere ait 36 döner imalathanesi var. Almanya genelinde ise bu rakam 80’in üzerinde. Remzi Kaplan, döneri Almanların tükettiğini belirterek, “Türkler döner yemez.” diyor.

Bakkal dükkanları da Türk girişimcilerin en fazla ilgi duyduğu alanlardan bir diğeri. Bugün Avrupa ülkelerinde yıllık ciroları 12 milyar Euro’yu aşan 30 bin civarında Türk bakkal var. Ayrıca, sırf bu bakkalların satacağı gıdaları temin eden Türk toptancılar, Avrupa Türk Gıda İthalatçıları Birliği adlı bir meslek örgütüne sahip. TAM’ın 2002 yılı verilerine göre, Avrupa genelindeki Türk girişimci sayısı 82 bin 300 civarında. Yıllık ciroları 35 milyar euro olan Türkler, işletmelerinde 411 bin kişiyi istihdam ediyor. Almanya’daki Türk girişimci sayısı ise 56 bin 800. Bunlardan 12 bin 600’ü kadın girişimci. Türk girişimcilerin sadece Almanya’da istihdam ettiği insan sayısı 300 bin civarında. Almanya’da Türk girişimciler 100’ün üzerinde alanda faaliyet gösteriyor.

Hollanda şirketleri Türklere kalacak

Hollanda’da Türk girişimci sayısı 12 bin 500. Bu da 15-64 yaş arası Türklerin yüzde 12’sinin girişimci olduğu anlamına geliyor. Oysa aynı yaş aralığındaki Hollandalıların sadece yüzde 11’i girişimci. Utrecth Üniversitesi Yönetim Kurulu Danışmanı Sosyolog Adem Kumcu, Türk girişimcilerin gelecek on yılda Hollanda ekonomisini büyük ölçüde kontrol edeceği öngörüsünde bulunuyor: “Hollandalı iş adamları gittikçe yaşlanıyor. Bunların önemli bir kısmının vârisleri yok. 10 yılda yaşlı iş adamları toplam 100 bin şirketi sahipsiz bırakacak. Bu şirketlere ciddi şekilde talip olacak tek grup Türkler.” Hollanda’da 350 bin Türk yaşıyor. Çifte vatandaşları da dahil ettiğinizde bunların yüzde 85’i Hollanda vatandaşlığına sahip.

Diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında Euro Türklerin en örgütlü olduğu ülke Hollanda. Sosyal kontrol son derece yüksek. Göçmenler konusunda çalışmalar yapan Hollandalı uzman Jean Tillie, Türklerin örgütlenme becerisine işaret ederek, “Burada, Türklerin kurduğu çok sayıda sivil toplum kuruluşu var. Bunlar arasında ciddi bir işbirliği söz konusu. Bu durum entegrasyona ciddi katkı sağlıyor.” diyor.

Türklerin örgütlü olması siyasete de yansımış durumda. Halen beş Türk kökenli milletvekili, üç ayrı siyasi partiyi Hollanda meclisinde temsil ediyor. Ayrıca, son seçimlerde Avrupa Parlamentosu’na Türk kökenli bir ismi gönderdi Hollanda. Yine İl Genel Meclisi’nde 8, belediye meclislerinde ise 140 Türk görev yapıyor.

İşçi sınıfından orta sınıfa geçiş!

Amsterdam’da yaşayan ve göç üzerine araştırmalar yapan Türkevi’nin başkanı Dr. Veyis Güngör, sorunlar olmakla birlikte Türklerin Hollanda’da uyumu büyük ölçüde sağladığı görüşünde. Güngör’e göre, bunun sebebi Hollanda’da yaşayan Türklerin işçi sınıfından orta sınıfa terfi edebilmiş olması. Hollanda’da devlet dairelerinde çalışan ciddi bir Türk nüfus olduğunu belirten Güngör, bunların Türkiye’deki siyasi çekişmelerle ilgilenmediğini, sadece Türkiye’nin kalkınması ve AB üyeliğine destek verdiğini dile getiriyor.

Hollanda’da son günlerde Müslümanlara yönelik saldırılara “ürkütücü” diyen Veyis Güngör, “Entegrasyonda alınan mesafenin sıfırlanmasını ve tekrar başa dönülmesini isteyen kesimler varmış gibi bir hava estiriliyor. Halk arasında ‘Göçmenler ülkesine dönsün de kurtulalım’ sözleri dolaşmaya başladı. İnşallah bu sert hava geçicidir.” diyor.

Hollanda, her yıl uyum için 1,5 milyar dolar harcayan bir ülke. Adem Kumcu, hükümetin yılda 3 milyar 800 milyon Euro’yu yabancı öğrenciler için ayırdığını söylüyor. Üniversite ve yüksek okulda eğitim gören Türklerin sayısı 6 bin 250. Adem Kumcu, önümüzdeki on yılda Hollandalı gençler ile Türk gençleri arasındaki başarı düzeyinin eşitleneceğini savunuyor.

Bizim durumumuz modern kölelik

Fransa’da ise 370 bini aşkın Türk yaşıyor. Bunlardan 8 bini girişimci ve 45 bin kişiyi işletmelerinde çalıştırıyor. 2002 verilerine göre Türk girişimcilerin Fransa’daki yatırımları 3 milyar Euro’yu aşmış durumda. Fransa diğer Avrupa ülkelerine kıyasla farklı özellikleri olan bir ülke. Göçmenler, ‘banliyö’ tabir edilen belirli alanlarda ikamet ediyor. Diğer Avrupa ülkelerinde gettolar, Türklerin kendilerini koruma içgüdüsüyle oluşturulurken, aynı durum Fransa’da bir yönüyle devlet politikası.

Fransa, Avrupa’da en fazla Türk’ün yaşadığı ülke; ama Türkler burada siyasi ve kültürel alanda neredeyse hiç yok. Fransız siyaseti, vatandaş dahi olsa yabancılara kapalı. 1973’ten beri Paris’te yaşayan ve halen tekstil sektöründe çalışan iş adamı Kamil Duymuş, bu ülkedeki konumunu “modern kölelik” olarak nitelendiriyor. Paris’e iki yıl önce Hatay’ın bir köyünden gelen ve bize soyismini bile söylemekten çekinen ‘ithal gelin’ Feride ise Paris için, “Burası yaşanacak bir şehir değil. Havası kötü. Üstelik ev sorunu da var. Gelinler gelmek için hiç heveslenmesin. Manevi yönden çok kötü, hasretlik zor.” diyor. Bir tekstil atölyesinde çalışan Feride’nin maddi kazancı iyi. Bir kursa giderek Fransızca öğrenmiş. Şimdi derdini anlatabiliyor. Kocasının Türkiye’ye gitse hiçbir iş yapamayacağını söylüyor: “Bana kalsa hemen dönerim; ama eşim istemiyor.”

İşin doğrusu Feride’nin kafası biraz karışık. Bu zihni bulanıklık kimlik problemi yaşadığı için değil. Sadece, gurbette yalnız olmasından kaynaklanıyor. Halbuki, haberin başında bahsettiğimiz Ayşe Atlı’nın durumu oldukça farklı. Kendisi başörtülü bir stilist. İnandığı değerleri Fransa gibi son derece tutucu bir ülkede yaşamaya çalışıyor. Sonuçta ithal gelin veya damat olarak trene sonradan da binseniz veya Avrupa’da doğmuş ve büyümüş de olsanız, göçmen psikolojisi ve onun getirdiği sorunlar kolay kolay çözülemiyor.

Avrupa’da yaşayan Türkler bugün sosyal bir gerçek olarak karşımızda. AB süreci ile birlikte bu olgunun da yeniden ele alınması hem Avrupa ülkeleri hem de Türkiye için kaçınılmaz görünüyor.

PROF.DR. JOHN: TEMEL SORUN KARŞILIKLI KABULU

zun yıllar Berlin Senatosu’nda uyum sorumlusu olarak görev yapan Prof. Dr. Barbara John, Almanya’daki göç politikasının temel konusunun, karşılıklı kabul süreci olduğunu söylüyor. Göç ve göçmenler üzerine araştırmaları ile tanınan John, farklı ülkelerden gelen insanlar ile çoğunluk toplumunun birbirini kabul etme durumunda olmadığını belirterek, “Gelenler bir süre sonra döneceği fikrinden hareket edip yaşamlarını buna göre şekillendiriyordu. Yerli halk ise gelenlere geçici misafirler olarak bakıyordu. Bu durum entegrasyonu iki taraf açısından da geciktirdi.” diyor. İki toplum arasında eşitliğin sağlanması gerektiğini söyleyen Barbara John’a göre, okul ve eğitim konusunda gereken tedbirler alınmalı ve göçmenlere, “buralı” olma duygusu kazandırılmalı.

Almanya’daki Türklerin entegre edilmek yerine asimile edilmek istendiği görüşlerine katılmayan Barbara John, “Demokratik hukuk devletinde asimilasyon araçları yok. Azınlıkların kültürel kimliklerini ve ana dillerini koruma ve konuşma hakkı ise var. Elbette ki aynı zamanda Almancayı da öğrenmeleri gerekiyor. Burada önemli olan karşılıklı ilgi ve menfaatlerin pazarlığının yapılması. Azınlık grubu ile devlet arasında pazarlık yapılarak ortak bir yol bulunmalıdır.” diyor.

Prof. Dr. John’un gurbetçi Türklere yönelik eleştirileri ise şöyle: “Kendi dillerini koruma konusunda en az gayreti gösteren göçmen topluluk Türkler. Halbuki, kendi dilini ve kültürünü korumak azınlık toplumuna ait bir görevdir. Ayrıca, Türkler Almanca öğrenme konusunda da isteksiz.” Almanya’ya gelen birinci neslin eğitimsiz olmasının uyum sürecini uzattığı görüşünü savunan Barbara John, entegrasyonun hangi sosyal gruptan gelindiği ile doğrudan ilgili olduğunu söylüyor.

Almanya’daki Hırvat, Sırp ve Boşnak göçmenlerin Türklere göre daha kolay uyum sağladığını belirten John, “Uyumda önemli olan etnik kimlik değildir. 1961’de göç süreci başlayınca eski Yugoslavya gibi ülkelerde 8 yıllık zorunlu eğitim vardı. Türkiye’de ise aynı süre beş yıldı. Bu da süreci etkiledi. Diğer ülkelerden gelen göçmenler sanayi işçileri olarak geldi. Sanayi tecrübeleri vardı. Türkiye’den gelenler ise vasıfsız tarım işçisiydi. O da bir fark oluşturdu.” diyor.

Euro Türklerin, Türkiye’nin Avrupa’daki imajını olumsuz yönde etkilediği şeklindeki kanaatlere katılmayan Barbara John, “Burada Türkler olmasaydı hangi önyargıların egemen olacağını bilmiyorum. Belki o zaman tarihten gelen duygularla oluşan hayali korkular oluşacaktı.” tespitini yapıyor. Bir bütün olarak bakıldığında Avrupalı Türklerin Türkiye’nin imajına olumlu katkı yaptığını belirterek, Türk komşuları sayesinde Türkiye’yi fark eden Almanların turist olarak Antalya’ya gittiğini hatırlatıyor.

Prof. Dr. John’a göre, Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin büyük nüfusundan ve tam üyelik sonrası göç dalgasından korktuğu yönündeki görüşler gerçekçi değil. Din ve kültür farkı da önemli değil. Ancak Türkiye’nin AB üyeliği noktasında gündeme gelecek asıl sorunu şöyle açıklıyor: “AB sadece ekonomik değil, siyasi de bir birlik. Milli egemenliklerin merkeze devrini ön görüyor. Ortak bir savunma, dış politika geliştirilecek ve karşılıklı bağımlılık olacak. Bu noktada Türkiye kendi milli menfaatlerini öne çıkarabilir. Aynen İngiltere gibi. O zaman AB’nin iki önemli sorunu olacak. Batı’da İngilizler, Doğu’da ise Türkler.”

DÖNÜŞ PSİKOLOJİSİNİN AŞILMASI LÂZIM

Duisburg, 600 bini aşan nüfusu ve yoğun göçmen kitlesiyle Kuzey Ren Westfalya eyaletinin en önemli şehirlerinden. Duisburg’da yaşayan insanların yüzde 10’undan fazlası göçmen. Göçmen nüfusun fazlalığı bu kentteki entegrasyon çalışmalarını daha önemli hâle getiriyor. “Ben de Hırvat kökenli bir göçmenim.” diyen Duisburg Belediye Basın Dairesi’nden Josip Sosiç, dönüş beklentisinin sadece Türklere özgü olmadığını vurguluyor. Babasının 25 yıl önce Almanya’ya geldiğini hatırlatarak, “Halen bavulları hazır geri döneceği günü bekliyor. Entegrasyon için önce bu dönüş psikolojisini aşmamız lazım.” diyor.

Göçmen gençlere okul ve meslek eğitimi konusunda rehberlik yapan Yardım Bürosu (RAA) Başkanı Elisabeth Pater ise uyumda en önemli unsurun eğitim olduğunu belirterek, özellikle göçmen öğrenciler için ‘çok kültürlü öğrenme’ diye tanımladığı sürecine önemini vurguluyor. Pater’a göre, çok kültürlü öğrenme için öncelikle iki kültür arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi lazım. Dolayısıyla, göçmen gençlerin yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmeye teşvik edilmesi gerekiyor. Belediyenin bu amaçla başlattığı projeden son üç yılda bin 800 gencin faydalandığını dile getiriyor.

Geçen yıl Duisburg Belediyesi pilot bir uygulama başlatmış ve okul öncesi göçmen öğrencileri dil sınavına tâbi tutmuş. Türk gençleri bu sınavda yüzde 60’lık bir başarı yakalamış. Elisabeth Pater, nüfusa oranla bu başarının diğer göçmen grupların altında kaldığını söylüyor.

ARTIK FRANSIZ GELİNLER DE VARA

Avrupalı Türkler arasında yabancılarla evlilik de revaçta. Özellikle, ikinci kuşak Avrupalı Türkler, evlilik tercihlerini Avrupalı hanımlardan yana kullanıyor artık. Bunlardan biri Fransa’nın şirin şehirlerinden Gien’de yaşıyor. 1974’ten beri Fransa’da çalışan Necati Bıyıklı, Türkiye doğumlu oğlu Salih’i bir Fransız’la evlendirmiş. Gelin, Müslüman olarak Emine ismini almış. Emine-Salih çiftinin Kağan adını verdikleri bir oğulları var.

Necati Bıyıklı, başlangıçta çok tereddüt etse de Fransız gelininden çok memnun. Ailenin Fransız dünürleriyle arası da çok iyi. Her hafta birlikte yemek yiyorlar. Emine de gelin gittiği aileden son derece memnun. Küçüklükten beri İslam’a ilgi duyduğunu, bu sebeple Müslüman olmakta tereddüt etmediğini söylüyor. Eşinin memleketi Bolu’ya da gitmiş ve Türkiye’yi çok sevmiş.

Fransa’da İslam hakkında önyargılar olduğunu belirten Emine, eskiden kendi çevresinden İslam’da kadına hiç değer verilmediğini duyduğunu hatırlatarak, “Ben ise tam tersini yaşadım, bana çok değer veriliyor.” diyor. Kayınvalide Zeynep Hanım ise kendisi için “sürpriz” olan Fransız gelinini çok sevdiğini söylüyor.

GURBETÇİNİN GELİR KAPISI: İTHAL DAMATLAR

Avrupa'daki en büyük yaralardan biri "ithal damatlar ya da ithal gelinler" olayı. Türkiye'den evlilik yoluyla Avrupa ülkelerine giden gençlerinin yaşadıkları "hayatım roman" cinsinden… Çocukları Avrupa ülkelerinde yetişen gurbetçiler, evlenme çağı gelen yavruları için gelin ve damatları Türkiye'den getiriyor. Bu yolla her yıl Türkiye'den Almanya'ya 18-19 bin civarında gelin ve damat gidiyor. Diğer Avrupa ülkelerini de hesaba katarsak bu sayı daha da artıyor.

Bremen Üniversitesi Din Bilimleri Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalışan Hayrettin Aydın, ithal gelin ve damatlar üzerine bilimsel çalışmalar yapan bir isim. Aydın'a göre, Avrupa'ya son dönemde gelen gelin ve damatlar, birinci kuşağa nazaran daha eğitimli. İkinci kuşak gelin ve damatların yüzde 28'i lise mezunu, yüzde 11'i ise üniversite öğrencisi ya da üniversiteye başvuru yapmış kişiler. Türkiye'den gelenlerin yüzde 55'i gelin, yüzde 45'i ise damat.

Euro-Türklerin gelin ve damat tercihini Türkiye'den yana kullanmasının en önemli sebebi, ithal damatlardan alınan başlık parası. Türkiye'de okuyamamış veya iyi bir iş bulamamış bir genci ailesi, "bari hayatını kurtarsın" mantığından hareketle bir gurbetçi kızıyla evlendirmek istiyor. Avrupa'ya giderek çalışacağını ümit eden gençler de iç güveysi olarak gittiği gurbetçi aileye başlık parası ödüyor. Bu para, gurbetçiler arasında "süt parası" olarak anılıyor.İkinci önemli sebep, gurbetçilerin kendilerine helal süt emmiş, sözlerinden fazla dışarı çıkmayacak gelin ve damat arayışı. Çünkü gurbette yaşayan Türkler gençleri, burada doğup büyüyen yaşıtlarını "bozulmuş Türkler" olarak görüyor. Üçüncü gerekçe ise yine parayla ilgili. Türkiye'den gelen damatlar hemen bir işe girip çalışarak aile bütçesine katkı yapmaya başlıyor. Gelinler de ev işlerinde kullanılıyor.

Ancak burada bazı problemler de çıkmıyor değil. Anadolu'nun bir köyünden çıkıp bir Avrupa şehrine gelen gelin veya damadın, buradaki ortama nasıl ayak uyduracağı hesaba katılmıyor. Sonra ortaya binlerce sorunlu evlilik, boşanmalar ve psikolojisi bozulmuş gelin ve damatlar çıkıyor.

İthal gelin ve damatların uyum konusunda yaşadıklarını Hayrettin Aydın, "Buraya gelenler ne dilden ne de kültürden haberdar. Dolayısıyla onların çocukları da ilkokula neredeyse hiç Almanca öğrenmeden başlıyor." diyor.

1968'den beri Belçika'nın Gent şehrinde yaşayan Arife Denizli, eski bir ithal gelin. Yedi çocuğu var. Kendisi gibi iki gelin ve iki damadı da Türkiye'den. Gelin ve damatların daha serbest olduklarını, sinemaya gitmek istediklerini anlatıyor. Oysa Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk aileler daha tutucu, kızların tek başına dışarı çıkmalarına izin vermek istemiyor. Arife Teyze bu yüzden Türkiye'den gelen gelinlerin pazara bile tek başına çıkamadığını söylüyor.

Yusuf Eski, Denizli ailesinin en küçük ithal damadı. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan Türk gençleri ile ilgili olarak şunları söylüyor: "Türkiye'de ailede erkeğin sözü geçiyor. Buraya gelince eşitlik oluyor. Kız okumuş ve çalışıyorsa daha baskın çıkıyor. Evin reisliği konusunda sıkıntı yaşanıyor."

Evdeki sıkıntı ailelere aktarılıyor. Yusuf Eski, bazı ailelerin kızlarına arka çıkarak, "İşine gelmiyorsa boşan. Biz sana yeni bir damat buluruz." dediğini söylüyor. Bazı damatlar ise bu tür durumlarda "Parayı veren benim. Kendimi ezdirmem." anlayışında olduğunu dile getiriyor.
Yazıcıya Gönder Arkadaşına Gönder

Yorumlarınız
3 yorum

¬ Bu kadar basit mi? [Hanifi Güneş/30-Mayıs-2006]
Ben gurbette yaşayanların durumunun bu kadar basit olduğuna inanmıyorum. Birinci neslin çoğu benliğini kaybetmemiş, katı bir Türk politikası izlemiş gibi görünüyor. Buna karşın birinci neslin devamı büyük ölçüde benliğini bulamamıştır maalesef, kaybetmiş değildir. Bunun en etkin sebepleri de zincirleme olarak ilk neslin eğitimsizliğine ve şartları adamakıllı değerlendirememesine bağlanabilir. Avrupa'ya salt ekmek parası kazanmak için giden insanımız orada kalmayı neredeyse hiç düşünmediği için Avrupa'yı ve Avrupalıyı kendi değerleri yanında yok saymıştır. Buna karşın kendi evlatlarına ancak televizyonlardaki televole Türk kültürünü aşılayabilecek kadar kapasitesi olan tabiri caizse bir ölçüde cahil kesim yeni neslin ne tam bir Avrupalı olmasını ne de bir Türk olmasını sağlayabilmiştir. Bu sebeple burada bir Türk -Avrupalı sentezinden bahsetmek abesle iştigal olacaktır. Maalesef sorun, bu mantaliteyle devam edilirse ileride gurbetçilerimiz için daha büyük bir problem olacaktır. Bu nedenle Yıldıray Bey'in de ifade ettiği gibi Avrupa'ya ve tüm dünyaya kaliteli beyinler gönderilmeli, oralarda Türklüğün, Türkiye'nin temsili en iyi şekilde yapılmalıdır. Bugün sayıları hızla artan Türk akademisyenleri ve öğrencileri, Türkiye'de sadece lisede aldıkları teorik eğitimle dahi Avrupa'daki ve Amerika'daki eğitim kurumlarını kasıp kavurabilecek kapasitededirler. (Kaliteli okullarımızı ve öğrencilerimizi kastediyorum. Fen Liselerimizi, Anadolu Liselerimizi) Bu bağlamda, Avrupa'da artan Türk beyin yoğunluğu ki bu beyin göçüyle eşdeğer değildir, oralarda gerçek kültürümüzün yaşatılması adına hayati önem arz etmektedir. Örnekleri çok olmaklar beraber bunu kendi gözlemlerime dayanarak söylüyorum.

¬ Avrupa'daki Türkler... [Kezban Bal/24-Ekim-2005]
Nüfusta yaşlıların oranının artması, Batı Avrupa’nın önemli sosyo-ekonomik problemlerinden biri hâline geldi. Lokantalarda, sinemalarda yaşlılar için özel tuvaletlerin yapılması bile düşünülüyor. Yaşlıların nüfustaki oranı arttıkça çalışanlarınki azalıyor, bu sebeple giderler de artıyor, devlet gittikçe borçlanıyor. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekiyor. Çözümler konusunda şimdiden kafa yormalıyız. İkinci veya üçüncü nesil Türk gençlerinin, Türkçeyi ve Türk kültürünü unutmuş veya hiç öğrenmemiş olduklarını söylüyorsunuz. Burada farklı bir probleme değinmemişsiniz. Bir vakit çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönme niyetiyle Hollanda’ya gelen ilk nesil, zorluklar altında çalışmış, Hollandacaya pek önem vermemiştir ve halen de önem vermemektedir. 60 yaşında, okuma yazması dahi olmayan birine Hollandaca öğretmek zor gelebilir. Simdi ise ikinci veya üçüncü nesil Hollandaca biliyor, kendi haklarını savunacak kadar güçleri vardır artık. Uyum sağlamak başka şey, asimile olmak başka şeydir. Dinî ve kültürel değerlerinizden uzaklaşmanız sizi önemli mevkilere getirmez. Yapılan araştırmaya göre, her 10 Türk gencinden birinin Türkiye’ye dönme kararı aldığı ortaya çıkmıştır. Kimisi Türkiye’yi sadece bir tatil ülkesi olarak gördüğünü, kimisi de kesin dönüş yapıp orada çalışmalarını devam ettireceğini belirtiyor. İnsan bir yerlere gelebilmek için çalışıp gayret göstermeli. Herkes geri çekilirse, kimse gayret göstermezse Hollanda’nın da durumu düzelmez Türkiye’nin de. Her şeyden önce gayret ve azim lâzım. Hollanda’da Türk mahallelerin oluştuğunu belirtmişsiniz. Bu çok doğru. Ben de böyle bir mahallede büyüdüm. Hollandaca bilmeyince bu tür mahallelerde kendini daha güvende hissediyor, komşundan rahatlıkla yardım isteyebiliyorsun. Avrupa’da doğmuş bir çocuğu başıboş bırakmamalı, yoksa kendini kaybeder.

¬ Avrupa’ya iyi yetişmiş eleman gönderilmeli [yıldıray sipahi/19-Aralık-2004]
Avrupa’da yaşayan soydaşlarımızın Türk kimliğini korumak devletimizin görevi olmalı. Bu amaçla kültür evleri açılmalı, sivil toplum örgütlerine destek çıkılmalı. Avrupa’ya iyi yetişmiş eleman gönderilmeli. Hadiselere hep tek taraflı bakıyoruz. Avrupa’dan bize nüfus akışı olmayacak mı? Turizmde ara eleman ihtiyacı yabancılardan karşılanacak kanaatindeyim.

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=19078&yorum_id=10414#yorumlar

2 yorum:

Adsız dedi ki...

kisisel is kurmak için kredi ihtiyacim var? evet bu e-postayi basvurursaniz,:finance_institute2015@outlook.com ya da bu e-postayi basvurabilirsiniz: Daha fazla bilgi için kredi.teklif@gmail.com

Rebecca Michaelson dedi ki...

Herkese günaydın bu mesajı okuyor

Zor zamanlardan veya yoksulluktan geçiyorsanız
Borçlarınız varsa ve bunları ödemek için acil yardıma ihtiyacınız varsa
Bir iş kurmak için paraya ihtiyacınız varsa veya herhangi bir önemli durum için
Bu yüzden zaten yüklü olan master / ATM kartına başvurmanızı tavsiye ederim, bu master / ATM kartı ile 6 ay boyunca her gün 5000 $ 'a kadar ücretsiz para çekebilirsiniz, bu master / ATM kartını kullandım ve hoşuma gitti çok kullan ve mutlu ol. Bu ana kartı / ATM'yi almak için +1 (985) 465-8370 numaralı telefonu arayın / kısa mesaj gönderin. İmmedaite adresine e-posta gönderin thomasunlimitedhackers@gmail.com

Teşekkür