6 Eylül 2007 Perşembe

Çağrılan Kişi Olmak...

Cihan AKTAŞaktascihan@gmail.com
Sayi: 344 - 25.05.2007
Çağrılan Kişi Olmak...
Konu İle İlgili Diğer Yazılar

"Menekşeli Mektup"ların yolunu gözlemek...

‘İthal gelin', bizi şaşırtacak bir olgu değil. Gelin her zaman gitmiş, evini, ismini, hatıralarını bırakarak gitmiş ve zaten ‘gelen' diye adlandırılmayı bekleyerek de yetiştirilmiş. İçleri kan ağlasa bile, gitmeden edemeyeceklerinin bilinciyle atlara binerek köyleri ovaları dağları sınırları aşmışlar. Bazen aileler, bazen de ülkeler arası ilişkileri geliştirmek, düzeltmek için gelinler ithal edilmiş; kan davalarının önünü alma maksadıyla aileler birbirlerine kızlarını göndermişler. Savaşlarda ganimet sayılan kızlar, bilmedikleri ülkelerde gelin olmuş, cariye kılınmışlar. Bazen Kafkasya dağlarında bahçesine sebze toplayan bir genç kadın, bir insan avcısının tuzağına düşerek yurdundan uzaklara götürülmüş, cariye ve köle pazarlarında satışa sunulmuş.

Yeni kurulacak yuvanın uzak yoldan geleni, kadınsa gelin; erkekse içgüveysi. Kadının yeni bir aileye uyum sağlamasının erkeğinkine göre daha kolay olduğu söylenebilir mi? Aileyi geçindirme sorumluluğu erkekte olduğu için, yeni kurulan yuvanın gidişatı da onun hayatına göre şekillenmiş. Bu saik, gelinin erkeğin ailesi karşısındaki edilgen ve sessiz konumunun da nedeni sayılmış. Aslında bütünüyle ekonomik olan bir anlayış kültürü de etkilemiş ve ‘gelen'in kız tarafı olması, gelin'in soyadını değiştirmesi tabii sayılmış.

Kızlar bazen okyanusların ötesine toplu olarak gönderilmişler, telleri duvaklarıyla. Yunanlı yönetmen Pantelis Voulgaris'in ‘Gelinler' isimli filmi, 1920'li yıllarda Yunanistan'dan Amerika'ya gönderilen mektup gelinlerinin hikayesini konu alıyor. Savaşlar nedeniyle anavatanda bekar erkek sayısı azalırken, evlilik çağındaki kızların sayısında da bir artma olur. Evlenme çağındaki kızları Amerika'daki göçmen hemşehrileriyle evlendirmek bir çözüm yolu olarak görünür, aracılara. Yüzlerce gelin 1920'li yılların başlarında, mektuplar kanalıyla tanıdıkları damat adaylarıyla evlenmek üzere İzmir'den vapura bindirilirler. Her birinin amacı ortak gibi görünse de hikayesi ayrıdır. Maziden, vatandan, ana baba ocağıyla bütünleşen kimlikten kopmanın, koparılmanın burukluğuyla sürecek bir yolculuktur bu. Beyaz gelinlikleri içinde büyük ölçüde meçhul bir geleceğe doğru yol alan gelinlerin mutluluktan uçuyor oldukları söylenemez. Gözleri arkada kaldığı için ileriye bakmakta zorlanıyorlardır. Yine de herkesin paylaştığı amaç, yeterli bir uyumu mümkün kılacak kadar kutsaldır:
Uzun yolculuklarla dünyaevine doğru yol alan, yurdundan ayrılan, ‘giden' kız, yine de ‘gelen' sayılmaktadır; çünkü, çağrılma bahtiyarlığına erişerek evde kalmaktan kurtulmuştur. Nereden çağrıldığı değildir önemli olan, çağrılmış olmaktır. Voulgaris'in filmini etkileyici kılan, vatan toprağından kocalarının açtığı yuvalarına doğru bir kopuş gibi gerçekleşen yolculuğa çıkan gelinlerin tevekkülü. Bir yaştan sonra yeni bir isimle, farklı bir toprakta yaşamayı olabilir kılan da bu toplumsal kabul: Kadının yeri, kocasının yanıdır.

Dönemimizin yeni, Türk toplumu açısından ise şaşırtıcı olabilecek olgusu, ithal damatlara dönük çağrılar. Birkaç yıl önce Dortmund'ta, farklı bir evlilik tipiyle karşılaşmıştım: Almanya vatandaşı kızlarla, Türkiye'den çağrılan damatların evliliği. ‘İthal damat' sınıfına mensup erkeklerin aile kurumunun yürümesi konusunda edilgin tutumları üzerine hikayeler dinlemiştim. İthal damatların büyük çoğunluğunun balık burcu olduğuna dair tespitimi bir yerlerde espri niyetine dile getirmişimdir. Duygusal, mekanına bağlı, ani kararlar veremeyecek kadar zamanına da bağlı sayılan balık burcu erkeklerinin bu tür bir çağrıya icabet etmesinin başlıca nedeni, tabii ki işsizlik. Bavul hazırlığı başlıklı hikayemin kahramanı Cemil'i hatırlamadan edemiyorum, balık burcu ithal damat sınıfından söz ederken...

Bavulunu-çeyizini toplayıp giden kişi erkek olduğunda, farklı sorunlarla karşılaşıyor yeni aile. Kaldı ki söz konusu olan bir de Avrupa'da sürdürülen getto yaşantıları içinde kendine bir yer açmak. Çağrılınca Avrupa yollarına düşüyor, Türk erkeği ama yine de‘giden', ‘çağrılan' kişi olmayı o kadar kolaylıkla kabullenemiyor bünyesi. Kendi vatanında, toprağında sesi gür çıkan, bilir kişi olan, eşiyle geliniyle ‘gelen' olarak konuşmaya alışkın erkek, dilini ve yaşama şartlarını bilmediği topraklarda aslan burcundan olsa dahi bir akvaryum ikliminde yaşamaya eğilimli oluyor.

http://www.gercekhayat.com/bolum.php?action=yazidetay&yaziid=820&sayi=344

Hiç yorum yok: