6 Eylül 2007 Perşembe

FRANSA'DAYIM - II

FRANSA'DAYIM - II / [Sümeyye Karaarslan]

Sevgili günlük,
En sevgili halinle duruyorsun karşımda şu an. Sana komşu teyzelerden ve gelinlerinden bahsedecektim ya, aslında sadece gelinlerden bahsedeceğim sanırım. Ya da bilmiyorum, kafam karışık. Birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki. Bunu fark ettim bugün, tekrar. Bir şeyi tekrar tekrar fark etmiş olmanın acı tadını yaşadım.

“Seneler önce buraya geldiğimizde namaz kılmak sorundu” diyor, komşu teyzelerden biri. Sanki daha önce hiç konuşmamış, dertlerini hiç anlatmamışçasına iştahlıca anlatıyorlar geçmişlerini. Onların hazineleri geçmişleri çünkü. Geride bıraktıkları ülkeleri, o ülkedeki anıları.. Buraya yerleştiklerinde el üstünde tutulmuşlar bir sure. Çünkü memleket çalışacak insan arıyormuş ve çünkü bu memleketin kötüsü, köylerinin kötüsünden iyi gelmiş onlara. Her birinin altında orta halli “marka” arabaları ve dillerinde köy yerleri var. Köyü de, yurt dışını da onlar kadar iyi bilmediğimi fark ettim, sevgili günlük. Ne kadar renkli gözleri var… İşin kötü yanıysa, bu deneyimlere rağmen ne yurt dışına aitler, ne de köylerine. Her yaz gittikleri köyde bir sene boyunca biriktirdikleri parayı tamamıyla harcadıklarını nasıl da rahat söylediler. Köyde Fransalardan gelen zengin memleketli, Fransa’da ise göçmen olarak tanınıyorlar. Ama Fransalı olmadıkları kesin. Dili öğrenmek zorunda kalmışlar, ama asıl konuştukları dil, tabii ki Türkçe. Nereliyseler oranın ağzıyla konuşuyorlar ama, anlamakta güçlük bile çekiyoruz bazen, bu yüzden.

Dedik ya, geldiklerinde onların deyimiyle “davul zurna”yla karşılamış onları, yabancı memleket. Her şeyi farklı olsa da, kolaylıklar da varmış. Tatili, sosyal hakları çok diye sevinmişler. Ne var ki, bundan sonrasına kuşbakışı bakınca, biraz acıklı bir aşk hikayesi gibi.
Kendisi para kazanan ağabeyler, ablalar; ailelerini, akrabalarını da getirmeye başlamışlar buraya. Kalacak yer bulan, bir davetiye gönderip getirmiş akrabasını. Kaçak yollarla kalmaya devam edenler halen çok. Bu ülkede kaçak olmak ömür boyu değil ama, biricik günlük. Eninde sonunda kabul ediyorlar insani. Acıklı olansa, en son duyduğumuz hikaye: Kaçak olarak buraya gelen bir akrabasını anlattığında görüştüğümüz bir abladan çok etkilendim. 4 yaşındaki kızını hiç görmeyen bir baba yakalanmış. “Para da biriktirmişti, kotu oldu” diye üzülüyordu abla. Para biriktirmek için kızını hiç görmemiş olmak ne acı şeydir be günlük. Polisler kaçak olduğunu anlayınca geri gönderme kararını tutuşturmuşlar eline ve oracıkta ağlamış adam. Sevinçten mi, bilmiyoruz. Bak, bir hüzün çöktü üstümüze, farkında mısın?

Diyeceğim şu ki, göçmenler olayı büyütmüş burada, sevgili günlük. Akrabalar gelmiş, kimse büyük devletlerin beklediği gibi çalışıp da yurduna dönmemiş, buradakilerle evlenip olduğu yerde saymamış. Kendi vatanının insanlarını evlilikle, davetiyeyle, ya da her eleman ihtiyacında getirmeye bakmış göçmenler. Derken, ülkede Fransiz nüfusu azalıvermiiiişşş. Sonrası tamamen hikaye tadında, sevgili günlük: Burada her çocuğa, devlet, eğitim yardımı, küçükken mama yardımı filan yapmak zorunda ama, 3 çocuktan fazlasına daha da fazla yardım var. Çocuğa yapılan harcamanın iki katını veriyor devlet. Çocuğu yaz tatilinde gezmeye götürdüğünü fotoğraflarla ispat edebildin mi, senden iyisi yok; “gezdirme parası” alıyorsun mesela. İş öyle bir yere gelmiş ki, bundan bir 10 yıl kadar önce (tam tarih olmadı ama, araştıracak halin yok ya) 3 ve fazla çocuğu olan ailelerin o sene içinde doğacak çocuğu için 10.000 Frank vereceğini duyurmuş devlet. O sene çoğu kadın hamileymiş, yaa… Peki, sence bundan kim karlı çıktı dersin? Hayır hayır, o sene çocuk sahibi olup da, aldıkları parayla bir ev alan ailelerden bahsetmiyorum. Ne kadar karda, ne kadar zarardalar, o da umurumda değil açıkçası. Fakat, devletin “genç Fransız nüfusu azalıyor” endişesi ile çıkarttığı kanun sayesinde, o sene doğan çocukların tamamına yakını göçmen ailelerin çocukları! E sonuçta, “bu kanun sonradan vatandaşlık kazanmışlar için değil, safkan Fransızlar içindir” diyecek değillerdi ya.
Ülke, artık vasıfsız eleman ihtiyacını karşılıyor, sayın günlük! Bu tehlike işareti herkese gelmiş. Okumayan çocuklar, işsizlik maaşına güveniyor olabilirler, (fena para da değil hani, işsizlik maaşı 1000 Euro civarında) lakin artık devlet isleri daha bir sıkı tutmaya başlamış. Yeni evli çiftleri arada çağırıp, evliliklerinin nasıl gittiğini soruyor artık, formalite usulü evlilikleri önlemek için yeni kanun düzenlemesi bile yapmis: Evlilik yoluyla ülkeye gelenler, boşandıklarında ülkede oturum izni alamayacaklar. Evli oldukları süre içinde kalacak, evlilik bittiğinde gidecekler. Sahte evliliklerle gelenler mi olmuş ne… (gülüyorum, evet)

Buraya gelen insanlar artık daha zorlanıyorlar, sessiz dinleyicim günlük. İlk geldiklerinde buranın yaşam tarzına uyum sağlayamaz ve fakat ülkede kalmaları için önlerine serilen imkanları reddedemezken, şimdi alışkanlık uğruna, burada kalabilmek için diretmek, direnmek zorundalar.

Derken vakit geçmiş, sevgili günlük ve ilk gelenlerin çocukları büyümüş. Her yaz memleketlerine gitmek için harcadıkları para dışında, tasarruf yaparak Türkiye’den bir ev almış çoğu. Niyetleri burada para kazanıp, Türkiye’ye geri dönmekmiş çünkü. Döndüklerinde ev hazır olsun istemişler. “Evi alınca da biraz daha para biriktirelim istedik” diyor bir teyze, benim muhabir kıvamında bir merakla onları dinlediğimi görünce. “Çünkü Türkiye’de burada verdikleri parayı vermiyorlar. Okumuşluğumuz yok. Rahat edelim diye…”
Bundan sonrası -yine- tam bir acıklı aşk hikayesi günlük. Gözden ırak olan gönülden ıraklaşmamış, ama bağlamış zaman onları. Çocukları Fransız okullarına gitmişler, herkesle beraber Fransızca öğrenmişler. Burada arkadaşları, dayanışmaları, kurdukları bir düzenleri olmuş. Televizyon programlarından ve yılda bir gittikleri köylerinden Türkiye’yi tanıyan yeni nesil çocuklar, Fransa’yı tercih eder olmuşlar. Bu, kaçınılmaz bir tercih olmuş. Biraz daha para kazanayım diye kalan insanlar bu sefer de “emekli olayım, sonra dönüş yaparım”a çevirmişler niyetlerini.

Hayatın tuhaflığı karşımızda işte, sayın günlük. Alışkanlık dedikleri böyle bir şey işte. Şu sıralar buradaki Türkler kendilerine ev yapıyorlar. Daha önce Türkiye’ye ev yapan bazıları da onu satıp buradan alma gayreti içinde.

Ve gelinler.. Gelinlerimiz sayın günlük. Burada akraba evliliği öylesine yaygın ki! Evlendikleri kişinin de burada oturum izni alabilmesi, insanları akrabalarını da buraya getirme telaşına sevk etmiş demek ki. Tabi, bunun ve aslında dediğim birçok şeyin önemli bir nedeni daha var: Türkiye’nin kendi içinde geçirdiği değişimleri, iyi yahut kötü yöndeki gelişmeleri takip edemeyen insanlar var burada. Geldiklerinde kafalarındaki kaynanalık neyse, hala onu tatbik ediyorlar örneğin. Geldikleri sene babanın karşısında nasıl davranılırsa, hala öyle davranıyorlar. Kendilerini bir Fransız gibi görmedikleri için, buradaki kültüre uymaları da imkansız tabi. Bu geri kalmışlık değil, daha farklı bir bağlılık: Türk olmak buradakilerin her şeyi. Nereye gitseler, ne yapsalar Türk oldukları için biraz etkileniyorlar. Uzun lafın kısası, gelenek ve adet köylerde neyse, burada da devam ediyor günlük, hem de hiç değişmemiş haliyle. Kime yemeğe gitsem (ki beleşçi yapım bu cümleden kolayca anlaşılabilir) hediyelerle dönüyorum. Garip geliyor, utanıyorum. Neyse.

Hepsi köydekilere göre şanslı. Fransalarda olmak başta çok farklı geliyor onlara. Artık oturum izni almanın daha zor olduğunu söylüyorlar. Evlendikten sonra 5-6 yıl Türkiye’de kalanlar bile var. Sonradan geldikleri bu ülkede mecburi bir dil eğitimi almışlar başta. Çat pat konuşabiliyorlar. Bunun dışında evden çok çıktıkları yok. Yaşantılarını aynen devam ettiriyorlar. Yeni evli iken genelde eşinin ailesiyle aynı evde yaşıyorlar. “Eve gelin alma” adeti aynen devam ediyor yani. Gelinler tıpkı yaşlı teyzeler gibi konuşuyorlar, onlar gibi yemek yapıyorlar. İlk geldiklerindeki bir ülkeye alışma heyecanı gitmiş artık. Burada ülkeyi yaşayamayacaklarının farkına varmışlar. Aslında bu onları üzmemiş. Ülkenin her yerini tanıyıp bilmek, geceleri barlarda dolaşmak gibi bir niyetleri de yok zaten. Ama zamanla ayrılık dokunmuş onlara. Ülkelerindeki gibi yaşayıp, komşularından, dilinden, toprağından uzak kalmak ağır gelmiş. Onların çocukları burada doğduğu için Fransız vatandaşı olma hakkını da kazanıyorlar ilerde. Sorun da bu üçüncü kuşakta başlıyor zaten: Burada doğan çocuklar, üç yaşına kadar aile içinde Türkçe konuşmayı öğreniyorlar. Sonrasında kreşlere gitmeleri mecburi. Burada öğretmenler eşliğinde yavaş yavaş Fransızca öğreniyor çocuk. 7 yaşına geldiğinde Fransızca’yı artık iyice öğrenmiş oluyor. Okulda ve dışarıda arkadaşları ile devamlı Fransızca konuştuğu için de ilk sorunumuz baş gösteriyor: Çocuk, Fransızca ifade etmekte daha rahat oluyor, ana dili olmasa da, inceliklerini biliyor bu dilin. Ya babası, ya da annesi Türkiye’den geldiği için iyi derecede Fransızca bilmediğinden, çocuk, onunla sağlıklı bir iletişim de kuramıyor tabi. Türkiye’den küçükken gelen ebeveynle daha iyi anlaşıyor. Bak, burada iki haftada uzman kesildiğimi söyleyerek bana kızabilirsin, ama herkes o kadar açık sözlü ve paylaşmaya açık ki.
Türkiye’den evlilik yoluyla gelen erkeklere ‘ithal damat’ diyorlar burada. Gelinler de ‘ithal gelin’ oluyor tabi, ama erkeklerin ithal olması daha ilgi çekici bir konu. “Türkiye’den gelin aldık” ya da “ithal damat getirdik” diyorlar çünkü konuşurlarken.

Neyse efendim günlük, ithal olan ebeveyniyle konuşamayan çocuğun bir başka sorunu daha oluyor dille alakalı: Türkiye’yi sadece köylerinden ibaret olarak bilen çocuk, dedesinden öğrendiği Türkçe ile tercüme yapacak bilgiye de sahip olmuyor.

“Biraz ekmek alabilir miyim” dediğinde anlamıyor mesela çocuk. Bir akrabası “eccik ekmek veriveeceemmii” dediğindeyse anlıyor. Türkçe, ithal olan ebeveyniyle, dedesi ve babaannesi/anneannesi ile konuşurken işe yarayan bir dil çünkü.
Üzücü olan şey ise sevgili günlük, bazı Türk ailelerin kendi aralarında da Fransızca konuşması. Her yerde Türk olduğu için ayrımcılığa bir şekilde maruz kalacak olan çocuk, Türkçe konuşmasını hiç bilemeyebilir yani.

Bak bir şey daha aklıma geldi. Yemeğe çağıran, hediyelere boğan, samimi sevgilerini sunan insanların bana hemşehri gözüyle bakması. Türkiye’de aynı şehirde, hatta aynı mahallede oturduğun insanı başka bir şehirde gördüğünde nasıl sevinirsen, buradakiler için de Türkiye’den gelmiş birini görmek öyle bir şey. Etraf her milletten, her ırktan insanla dolu. Bizdeki gibi yabancı kavramı da yok haliyle, insanlar daha alışkın gözlerle bakıyorlar yabancılara. Senegalli ağabeyimizi gördüğümde, yöresel kıyafetleri ve konuşması ne kadar hoşuma gitti benim halbuki. Ama buradakiler için o sarının en sarı tonuyla bezeli kıyafetin pek bir önemi yok. A, bu arada kendisine fiyat sorduğum Senegalli satıcının bana “arkadaş” diye seslenmesi de gereksiz bir gurura, aşırı bir tezahürata, “her bi şey”e boğdu beni. Daha önce Isparta’ya gittiğini yarım yamalak anlatan bu ağabeyin, yabancı bir ülkede bana tanıdık gibi gelmesi, ülkemi birkaç günlüğüne de olsa görmesinden mi kaynaklanıyor sayın ve sevgili günlük?

İnsan ne kadar nankör ve ben ne kadar insanım sevgili günlük. Yurtdışı da yurtdışı derken, şimdi içimden çağıldayarak dalgalanan, çoğalan, dolup dolup taşan bu memleket hasreti...
Dayanamayıp, kapatacağım seni günlük. Yatağa yüzükoyun uzanıp hıçkırmak isteyecek ve fakat henüz ağlamaya başlamadan uykuma yenik düşeceğim.

Ama, müjde vermeden de çekip gitmek olmaz. Her ne kadar seni götüreceğimden emin olmasam da, modanın başkenti, markaların ve kulelerin efendisini, Paris’i görmeye gideceğim pek yakında. Olaylara hep yazmak üzere bakacağım, emin ol. Gelip sana anlatacağım sonra bütün çıplaklığı ve yeni moda kıyafetleriyle Paris’i.

Umarım buna benim param ve senin sayfaların yeter…

http://istisnai.net/005/sumeyye.asp

5 yorum:

fantazi ayakkabı dedi ki...

basarılarınız devamını dilerim

Adsız dedi ki...

Günaydın sabah tanıklığım
  Benim adım Natasha Clifford. Florida'da yaşıyorum ve bugün mutlu bir kadın mıyım? kendime kötü durumumdan ailemi kurtaran her borç veren kişiye, kendisine borç arayan herkese danışacağım, bana ve ailenize mutluluk verdi; 100.000 dolarlık kredi Ben hayatımla aynıydı, çünkü ben 3 çocuğu olan tek bir ebeveyim. Tanrı korku adamı borç veren biriyle tanıştım, ona bir Tanrı olmasına yardım etmek için 100.000 dolar borç verdim. krediye ihtiyaç duyarsanız ve geri ödeyeceğiniz kredileri kendisine başvurduğunuz Martha Hunga olduğunu söylemek için ona başvurun. Bay Muhammed Momohsani'ye e-posta ile; (sicogifinancialsector1234@gmail.com) Tanrı, Bay Muhammed Momohsani bağını hayatıma ve aileme mutluluk getirmek için kutsasın.

Unknown dedi ki...

Merhaba!!!

Mali yardıma mı ihtiyacınız var?

* $1000 - $10,000,000 aralığında
* 3% faiz oranı
* Uygun fiyatlı kredi geri ödeme planları

Her türlü krediyi şu adresten e-postayla almak için lütfen bizimle iletişime geçin: universalfunds1@hotmail.com
Hücre numarası: +1 (914) 517-3229

İçtenlikle.
Selamlar.

Timothy Kober dedi ki...

Bireylere, dünya çapındaki işletmelere yatırım kredileri, proje finansmanı ve finansal destek gibi her türlü krediyi sağlıyoruz. % 3 faiz oranında fon veriyoruz. Kredinizi yedi (7) iş günü içerisinde alın.


E-posta Adresi: plutocreditfinancier@gmail.com
Whatsapp: +1 404 382 6579

PlutoTrust dedi ki...

İyi günler ! kredi talep eden tüm değerli müşterilerimize hızlı bir bildirimde bulunmaktayız, şu anda uygun bir kredi faiz oranına sahip bir kredi planındayız.
İletişim:

creditcentercorp.usa@gmail.com